Son yıllarda giderek artan kadın cinayetleri, toplumsal bir yara haline gelirken, bu sorunu gündeme getiren cesur kadınlardan biri de Sena oldu. 23 yaşındaki genç kadın, yaşadığı zorlu süreçleri ve toplumun, medyanın bu trajedileri nasıl ele aldığını anlattığı videosuyla tüm dikkatleri üzerine çekti. “Benim hikâyem kadın cinayeti olmasın” diyerek seslenip, kadın cinayetlerinin medyada nasıl yansıtıldığına dair çarpıcı eleştirilerde bulundu. Bu sözler, birçok insanı derinden etkileyerek, toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadın hakları üzerine tartışmaları yeniden alevlendirdi. Sena’nın bu güçlü çıkışı, sadece bir bireyin sesi değil, aynı zamanda birçok kadının yaşadığı benzer durumların da bir yansımasıydı.
Sena, sosyal medya aracılığıyla yaşadığı travmaları ve toplumun ona olan bakış açısını paylaşarak, yalnızca kendi hikâyesini değil, sesini çıkarmakta zorlanan yüzlerce kadının da sesi oldu. “Kadın cinayeti olarak anılmak istemiyorum,” diyerek, psikolojik şiddetin, fiziksel şiddetin ve mağdur olmanın nasıl hissettirdiğine dikkat çekti. Kadınların hem fiziksel hem de duygusal olarak yaşadığı baskılara, toplumun sorduğu “niye” sorusunun yanıtını bu yolla vermeye çalıştı. Her kadın, yaşam hakkı olan bir birey. Bu haklar, koçakların, ailelerin ve toplumların onlara biçtiği rollerle şekillenmemeli. Bu nedenle kadınların yaşadıkları ya da yaşamadıkları, yaşatılan her türlü eziyet ile ilgili farkındalık oluşturmak son derece önemli.
Sena’nın mesajı, yalnızca bireysel bir çağrı değil, kadın cinayetlerine karşı toplumsal bir hareketin starteri niteliğindeydi. Medya, toplumsal sorunları yansıtmakla kalmamalı, aynı zamanda bu sorunların çözülmesine de katkı sağlamalıdır. Kadın cinayetleri karşısında, medya mensuplarına büyük görev düşüyor; olayları sadece birer haber değil, toplumsal bir sorun olarak ele almalı ve çözümleri hakkında farkındalık oluşturmalıdır. Toplumun her kesimi, bu mücadelede üzerine düşen görevi yerine getirmeli; yasalar, sosyal hizmetler, eğitim sistemi ve aile yapısı, kadınların güvenliğini ön planda tutmalı. Sena’nın sözleri bir cesaret örneği; toplumsal değişim için bu tür cesur adımlar atılmaya devam edilmeli ve kadın cinayetleri sona erdirilmelidir.
Sena'nın hikâyesi, bir dönüm noktası olarak yapılan kadın cinayetlerine karşı toplumun daha duyarlı ve ilgili olması gerektiğinin altını çiziyor. Artık her bireyin, her kadın ve erkeğin bu sorun karşısında sessiz kalma lüksü yok. Kadın cinayetlerinin önlenmesi için atılması gereken adımlar, toplumun genel yapısında köklü bir değişiklik gerektiriyor. Kadınların sadece birer haber unsuru olarak değil, bireyler olarak ele alındığında yaşanacak dönüşüm, şiddetin nereden kaynaklandığını anlamamızı sağlayacak. Gelecek nesillere daha güvenli bir dünya bırakmak için bu mücadele, toplumun her kesiminde, her yaştan insanın etkisiyle mümkün olacaktır.
Sonuç olarak, Sena’nın yaptığı çağrı, yalnızca kendi hikâyesine değil, aynı zamanda binlerce kadının yaşadığı zorbalığa ve haksızlığa da işaret ediyor. Kadın cinayetlerine karşı çıkmak, sesimizi yükseltmek, bir kez daha hatırlatmak çok önemli. Unutmayalım ki, her yaşam değerlidir, her kadın önemlidir ve her kadın cinayeti, toplum olarak bizim de kaybımızdır. Sena’nın cesur adımı, başka kadınlara da ilham vererek, bu önemli mesele için toplumsal bir bilinç oluşturma yolunda önemli bir adım atmış durumdadır. Kadın cinayetlerini durdurmak ve cinsiyet eşitliği sağlamak adına hep birlikte mücadele etmeliyiz.